top of page

Orada Bir Gotik Var

 

 

“Asıl mesele şu ki: Bana bu gezegende hiçbir zaman bir yardım eli uzanmadı.”

                                                                              Heinrich von Kleist

 

 

Şekil değiştirenler, kan içiciler,  yarı ölümlüler ve gulyabanilerle savaşmaksızın, “korku”yu kuşanan bir evreni okura gösteren önemli bir yazar Suat Derviş. Okurların Fosforlu Cevriye ve Ankara Mahpusu ile tanıdığı Derviş’in adının, doğaüstünün konukları olan bu tekinsiz unsurlarla bir arada zikredilmesinin sebebi, içinde var olduğu zamanın ve toprakların iç dinamikleri düşünüldüğünde okura tuhaf gelebilir. Geçtiğimiz yıl, İthaki Yayınları’ndan çıkan Kara Kitap adlı dört romandan oluşan metni, biçim ve içerik açısından farklı seslere sahip bu anlamda.

 

 

Ne Bir Ses… Ne Bir Nefes… , Kara Kitap, Buhran Gecesi ve Fatma’nın Günahı adlı dört romandan oluşan metinlerin ana izleği korku ve gerilim. Suat Derviş, gotiğin hudutlarını aşıp gündelik yaşama egemen olan sıradan durumları ‘tanıdık, bilinen’ öğelerle rahatsız eden tuhaf karakterler yaratmayı deneyimliyor ve modernleşme projesi ile toplumsal restorasyonun hâkim olduğu bir süreçte,  anlatmak istediği hikâyelerin formunu bu sürecin yazınsal baskısına karşı koyarak kurguluyor. Korku ve romantik edebiyatın öğelerini, gündelik düzenin ahengini tehdit ederek yeniden dolaşıma sokuyor bu metinlerle.

 

Öte yandan Suat Derviş bir anlamda gotik olanı yani evcilleşmemiş, tekin olmayanı anlatmayı seçerek, modernleşme yıllarının, pek çok alanda olduğu gibi yazın alanındaki tek sesli üretim biçimini de manipüle ediyor. Bunu yaparken farklı okuma biçimlerine de olanak tanıyacak bir anlatım/kurgu dili yakalamayı hedefliyor. Dört romanın da anlatıcısı/baş kişileri kadın karakterler. 19. yüzyıl edebiyatının evlilik ve toplumsal roller ile ilgili yaptığı cinsiyetçi/baskın söylem, Kara Kitap’ta aşkın içinde özgürlük alanı yaratmaya çalışan kadın karakterlerin gayreti altında eziliyor, gücünü yitiriyor. Öte yandan ölüm, tıpkı aşk gibi, dört metnin de odak noktası. Pişmanlık, arzu, endişe ve paranoya, aşk ve ölümün bileşenleri gibi neredeyse. Ne Bir Ses, Ne Bir Nefes adlı roman böyle bir melezlenmenin güçlü psikolojik tasvirlerle kurgulandığı önemli bir metin.

Hikâye yaşlı koca (Osman), genç ve güzel eşi (Zeliha) ve adamın genç oğlu (Kemal) arasında geçiyor. Osman, ilerlemiş yaşının ancak daha çok gördüğü bir rüyanın tesiriyle oğlu Kemal’in genç eşini baştan çıkartacağına ve kendisini de acımasızca öldüreceğine inanıyor. Bu vehim onu giderek hastalıklı bir hâle getiriyor. Zeliha, Osman’ı çok sevdiğine ikna etmek ve ona yardımcı olabilmek umuduyla, çalışma odasında sakladığı günlük defterini bulup okuyor. Bu ana kadar anlatıcı Zeliha iken, defterin varlığı bir karakter olarak okuyucunun karşısına çıkıyor. Dolayısıyla hikâye kendi içinde yeni bir hikâye ile biçimleniyor. Geriye dönüşler, rüyanın yansımaları, eski eş ile ilgili hatıralar defter aracılığıyla Zeliha ve okuru bir suç ortaklığına/tanıklığına da mecbur bırakıyor. Osman’ın yakın arkadaşı İrfan Behçet, zaman zaman hikâyeye dahil olarak onun ruhsal itikatlarının gerçekdışılığını açıklamaya çalışıyor. Ancak bu fikri tartışmalar bir neticeye bağlanmıyor. Okurun karara varması, saydam bir okuma yapması için gereken zemin inşa ediliyor.

Kara Kitap adlı romanda ise Şadan adlı hastalıklı bir kızın, annesi, dayısı, kardeşi ve kuzeni ile yaşadığı sıkıcı bir evde, ölüm korkusu ile yaşamın içinde güçlenip zayıflayan direnci hikâye ediliyor. Ölüm, diğer metinlere yaptığı baskıyı bu hikâyede daha güçlü bir şekilde hissettiriyor.  Cüce ve kambur dayızadesi Hasan, demonik çehresiyle zalim bir şair olarak, Şadan’ın ölümle mücadelesinde iradesini çürütüyor ve onu ölümle karşı karşıya getiriyor.

Buhran Gecesi, diğer metinlerden farklı bir yapı ile karşımıza çıkıyor. Geçmişte çok sevmiş ve sevilmiş bir kadın olan Zehra’nın ölümünün ardından, onun güzelliğinden ve hikâyesinden çok etkilenen, ölümündeki sırrın peşine düşen bir erkeğin yaşadıkları anlatılıyor. Aynı zamanda romanın anlatıcısı olan bu erkek karakter (Nedim) bir trans tecrübesi mi yaşamaktadır yoksa her şey yaşanmakta ve olmakta mıdır, Derviş metni bu belirsizliğin sınırlarında sınayarak düş ve gerçeğin hudutlarını ortadan kaldırıyor. Zehra çok büyük bir aşk yaşadığı kocasıyla kem gözlerin fenalıklarından sakınmak maksadıyla uzağa, kırsala yerleşir. Ancak bu kaçış umdukları huzuru getirmez onlara. Yaşadıkları evin çevresinde siyahlar içinde uğursuz, gizemli, kötü bir adamla karşılaşır. Bu, mesut çiftlerin arasına türlü fenalıklar, vesveseler sokan şeytandan başkası değildir. Zehra adamın etkisiyle kocasının kalbini söker ve bu andan sonra sonsuza kadar lanetlenir. Öldükten sonra bir hayalet olarak geri döner. Tam bu noktada anlatılan hikâyenin düş/gerçekliği, anlatıcının (Nedim) yaşadığı tecrübe ile yeni bir öykü oluşturur. Üstelik Derviş, romanın kurgusunu bu belirsizliğin yarattığı gerilimin üzerine inşa ederken “öldükten sonra geri dönme”, “dünya ile hesabını kapatamama” gibi masal arketiplerini kendi kurmaca dünyasının harcı olarak belirler. Bir yandan da “yerel Drakula”nın mimarlığını üstlenir. Aşkta uğradığı ihanetin ve kaybın ıstırabıyla, mutlu ve aşk dolu çiftlere musallat olan şeytan/siyahlı adam, 19. yüzyılın bu önemli mitinin, döneminin ahlak anlayışı ve değerlerine darbe indirirken yine de sakınamadığı cinsiyetçi tavrın ve söyleminin tuzağına düşmez. Üstelik hikâye bir mutlu son da önermez. Zehra, şeytan ve diğer kötü varlıklarla beraber sonsuz bir ıstıraba gark olur.  Öne çıkan bu mitlerle metnini üreten Derviş’in, Fatma’nın Günahı adlı son romanı da arzu ettiği biçimde sevilmeyen bir kadının, aşkın yarattığı yıkımla hortlağa dönüşmesini hikâye eden fantastik unsurlara sahip.

 

Suat Derviş yerleşik edebiyat anlayışını ters yüz eden, fantazyanın olanaklarından yararlanarak farklı tonlamalarla metinlerini deneyimleyen bir yazar.  Onun kaleminin sesini cılız da olsa işitmemizi sağlayan Fosforlu Cevriye ve Ankara Mahpusu gibi metinlerin gölgesinde kalan bu romanlar türleri nedeniyle ayrı bir önem de taşırlar. Pelin Aslan Ayar, Türkçe Edebiyatta Varla Yok Arasında Bir Tür: Fantastik Roman*  adlı inceleme kitabında bu durumu şöyle tahlil eder “…Ne Bir Ses, Ne Bir Nefes ve Buhran Gecesi, uzun bir süre görmezden gelinen roman türleri içinde merkezde bir yer verilmeyen fantastik romanın serüveninde fantazinin kendi dışında başka bir amaca hizmet etmemesi, rasyonel dünya görüşü uğruna araçsallaştırılmaması açısından son derece önemli bir yer işgal eder.”

 

Kara Kitap gücünü, Batı edebiyatı formunda kendisini ifade etme olanağı bulan fantaziyi vampirlere, zombilere, devlere göz kırpmadan, denetlenemez olanı gündelik düzenin içinde kurgulayarak gerçekleştirir. Okuru konakların camlarını döven akşam rüzgârlarıyla, boş ve uğultulu avlularla, sarmaşıklarla çevrilen gölgeli geniş bahçelerle, rüyalarla paralize eder. Selim İleri*, K24 sitesi için Sibel Oral’la yaptığı söyleşide Suat Derviş için şu tespitte bulunur. “Suat Derviş’i bile birkaç kimse dışında kimse bilmiyor. Gittiğim, çalıştığım, gördüğüm tüm yayınevleriyle konuşuyorum. Bir iki tanesini kandırabildim ama onlar da inatla Fosforlu Cevriye’yi basıp duruyorlar ve Suat Derviş yitik bir hazine.”

Bu anlamda geçtiğimiz yıl, Serdar Soydan’ın sunuşuyla İthaki Yayınları’ndan çıkan Kara Kitap, Suat Derviş’e ve gotik edebiyata bir saygı duruşu niteliğinde…

 

 

Esra Ertan

 

*Pelin Aslan Ayar, Türkçe Edebiyatta Varla Yok Arasında Bir Tür: Fantastik Roman (1876-1960), İletişim Yayınları, 2015

*http://t24.com.tr/k24/yazi/selimileri,145

bottom of page