top of page

Kitaplar da ona âşıktı

 

 

Ray Bradbury, öykü anlatmak için bu dünyaya gelmişti ve büyük ihtimalle şimdi gittiği yere de aynı amaçla gitti. Ölüm haberini aldığımda bir gece vaktiydi. Aklımda 1990’lı yıllarda Türkçeye çevrilmiş bir kitap vardı. Deliler Mezarlığı, kitaplığımda duruyordu ama hâlâ okuyamamıştım. Bradbury deyince önce okuduğum değil, okumak zorunda olduğum kitaplar gelir aklıma. Çünkü o Fahrenheit 451’in yazarıdır.

 

Bradbury Fahrenheit 451’in çizgi roman uyarlamasına yazdığı önsözde hepimize bir tavsiyede bulunur. Bize, sansürden korumayı en çok isteyeceğimiz kitabı seçmemizi öğütler. Ortada kitap diye bir şey kalmadığında başkalarına aktarabilmemiz için seçeceğimiz kitabı ezberlememiz gerekir. Evet, düşüncesi bile korkunç bunun, ama belki de Fahrenheit 451’i seçmek gerekir böyle bir durumda.  

İşte kitaplarla kurduğumuz ilişkide böylesine belirleyici bir yazardı Ray Douglas Bradbury. 22 Ağustos 1920’de Waukegan, Illinois’de doğdu. Ailesi 1934’te Kaliforniya’ya taşınana kadar yolculuklarla dolu bir çocukluk geçirdi. Kitaplarla arasındaki aşk küçük yaşta başladı. Los Angeles sokaklarında gazete satıyor ve amatörce öyküler yazıyordu. Yirmi iki yaşına geldiğinde gazete satmayı bırakacaktı. Daha doksan yaşını devirip yüzlerce eser vereceği koskoca bir hayat vardı önünde. Sadece roman ve öykü değil, şiir ve oyun da yazacaktı. Yayımlanan ilk öyküsü Hollerbochen’s Dilemma’ydı. 21 yaşındayken yayımlanan Pendulum adlı öyküsüyle, bir yıl sonra yazdığı The Lake onun yaşamında dönüm noktası olan öykülerdi. İlk kitabı Dark Carnival tabii ki bir öykü derlemesiydi.

 

Bir gün bir dostuyla yürüyüşe çıktı Ray Bradbury. Yolu, aniden ortaya çıkan bir polis tarafından kesildi. Kendisinden hesap soran polise sadece yürüdüğünü söyledi Bradbury, fakat “bir ayağımı diğerinin önüne atıyorum,” gibi alaycı bir cümle kurduğu için, polis ona hiç de nazik davranmadı. Bu olayın ardından daktilosunun başına oturdu. Romanın adı Fahrenheit 451 olacaktı.  

 

Elbette Bradbury’nin başka romanları ve öyküleri de çevrildi Türkçeye, hatta İthaki’nin yayımladığı Şimdi ve Daima ile Yakma Zevki kitapları hâlâ taze. Yine de Bradbury’yi anacaksak ve unutturmayacaksak, önce o ünlü romanını hatırlamak gerekiyor.

“Ben onu değil, o beni yazdı”

Ray Bradbury’nin bu romana ilişkin iki ünlü iddiası var. Birincisi, genellikle bilimkurgu yazarı olarak anılmasına karşılık, yazdığı tek gerçek bilimkurgunun Fahrenheit 451 olduğunu söylemesi, ikincisi ise, romanla kurduğu ilişkiye değinip, “ben onu değil, o beni yazdı,” demesi.

 

Bireylerin özel yaşamına ve entelektüel insanların da düşüncelerine müdahalenin irdelendiği bir romandır bu, tıpkı Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya, Wells’in Zaman Makinesi ve George Orwell’in 1984 romanları gibi distopya türünün önemli bir örneği olmuştur. İktidarın bizden alıp götürdüklerini hatırlatır, düşünen insanın üzerindeki korku ve baskıya işaret eder. Özünde hem insanın hem de iktidarın kitaplarla kurduğu ilişki hakkındadır. Aslında Bradbury’nin sadece romana verdiği isim bile, bu distopik içeriğe dair bir fikir sunar, çünkü Fahrenheit 451, kitap kâğıdının tutuştuğu ısının derecesidir.

 

Bradbury’nin A.B.D’de ilk defa 1951’de yayımlanan romanı, karanlık bir gelecekte geçer. Artık itfaiyeciler, yangın söndürmekle değil, kitapları yakmakla görevlidirler. Bu bir düşünce ürününe uygulanan sansürün son noktasıdır. Kitaplara karşı girişilen mücadele, her şeyin altüst olduğunun resmidir. Artık ortada insanlığa ait bir bellek kalmamıştır. Bu yeni ama anlamsız yaşamda bireyler adeta iktidar tarafından oyalanmaktadır. Tabii ki bunda en önemli etken televizyondur.  Şu son birkaç cümle özetliyor o karanlık geleceği, ama bize bildiğimiz bir hikâyeyi de anlatıyor ne yazık ki. Dahası, bu roman hâlâ sıradanlaşmamış, unutulmamış bir kitapsa durumumuz daha vahim olsa gerek.

Her insan bir kitap

Bradbury’nin en ünlü kahramanı, kitap yakmakla görevli itfaiyecisidir. Bir gün karşısına gizemli biri çıkıp ona çoktandır unutulan “neden?” sorusunu hatırlattığında, artık yaptıklarını sorgulamanın zamanı gelmiştir. Yapması gereken de, egemen düzenin yarattığı körlükten kurtulmuş, beyin yıkama politikalarının farkında olan insanları, kitapların soyunun devamı için çalışanları bulmaktır. Bradbury’nin romanda getirdiği çözüm, kitapların ezberlenmesi ve nesilden nesile aktarılmasıdır. Her insan bir kitabı ölümsüzleştirecektir böylece. Kısacası, her insan bir kitap olacaktır. 

 

Fahrenheit 451 bir bilimkurgudur, bir distopyadır, belki en iyisidir. Ancak o edebi sınıflandırmalarımıza girmeden önce bir manifestodur. Düşüncelerimize vurulacak prangaları hatırlatır, tüm dünyanın kitapları birleşsin diye seslenir.

 

Ray Bradbury, kendini yaşamı boyunca kitaplara, kütüphaneye ve yazmaya adamış bir entelektüeldi. Henüz dokuz yaşındayken İskenderiye Kütüphanesi’nin başına gelenleri öğrendiğinde gözyaşlarını tutamayan, eşiyle bile bir kitapçıda tanışmış olan, kitaplara adeta göbekten bağlı olan yazardı. “Kitaplarla arasındaki aşk” dedim yazının başlarında, çünkü tek taraflı, karşılıksız bir aşk değildi onunkisi. Eminim ki kitaplar da Bradbury’ye âşıktı. 

 

Yankı Enki

 

 

 

Not: Bu yazı, Ray Bradbury’nin ölümü üzerine Haziran 2012’de Taraf Kitap’ta yayınlanmıştır.

bottom of page