top of page

Maiden yazmak ve edebiyat dinlemek… Yazıların geneli bu cümle üzerinde durularak ortaya çıktı/çıkacak. Edebiyatla olan ilişkim tabii ki Iron Maiden’dan eskilere dayanıyor. Ancak şöyle bir gerçek var; Maiden sayesinde azımsanmayacak kadar yeni öykü/şiir/roman keşfettim. Bu yazıları yazabilecek duruma geldiğimi düşünmeden önce de hepsiyle yeniden ve yeniden tanıştım. Çıkış noktam Iron Maiden oldu, bu yazıyı yazarken de ne dinlediğimi söylememe gerek yok sanırım…

 

 

Iron Maiden – 11 Nisan 1980 (Harris, Murray, Di’Anno, Burr, Stratton)

 

Bir klişe olarak, Iron Maiden’ın kendi adını taşıyan ilk albümü. Demir bakirenin heavy metal dünyasına ilk adımı. Steve Harris’in deha parıltılarının, potansiyel metalkafalarla ilk buluşması. Bu albümde edebiyatla ilişkilendirilebilecek iki şarkı var, ikisi de Steve Baba’ya ait. Daha ilk albümden başlayan bu tutku, iki klasikle müziğe dönüştürülmüş:

Iron Maiden ve Edebiyat - 1

 

Phantom of the Opera – Harris

 

Kitabın ismiyle aynı olan bir Maiden şarkısı. Fransız yazar Gaston Leroux’nun 1910 yılında kaleme aldığı efsaneleşmiş eseri Operadaki Hayalet (Fransızca: Le Fantôme de l'Opéra) üzerine yazılmış en güzel şeylerden biri. Üç gitar solosuna (Murray x 2, Stratton x 1) sahip, yedi küsur dakikalık bir canavar. Kitabı bilmek şarkıyı daha anlaşılır kılar diye düşündüğüm için konu üzerine bir iki şey söylemek lazım. Iron Maiden’ın duruşuna fazlasıyla yakışan kitap, temelinde bir aşk ve kıskançlık öyküsü. Hayalet (The Phantom) olarak kitapta adı geçen Erik, çirkinliği sebebiyle insanlıktan uzakta yaşamaktadır. Tabii ki çirkinliği âşık olmasına engel değildir ve Christine Daaé adındaki opera şarkıcısına kendisini kaptırır. Romandaki temel çatışma güzel ve çirkin arasındaki zıtlık gibi görünse de, hikâyeyi asıl ilginç kılan; Erik’in sevdiği kızın nişanlısına ve bunun üzerinden tüm insanlığa duyduğu kıskançlığı ve nefretidir. Hayalet’in Paris Opera Evi’nin (Palais Garnier) altındaki bir sığınakta yaşadığını belirtmekte de fayda var.

 

Şarkıya gelirsek, anlatımı güçlü, az spoilerlı, Paul Di’Anno’nun şarkıya yakışan vokaliyle albümün ve Maiden’ın en başarılı, en sevilen parçalarından biri. Şarkı kolay bir şekilde kendi içinde bölümlere ayrılabilir. Akıllardan çıkmayan bir introsu var. Sonrasında, orta bölümde yavaş başlayıp gitgide hızlanan ve sonunda sololara doğru yol izleyen bölüm belki de şarkının en akılda kalan kısmı geliyor. Ve son olarak, kitaba dair en açık bilgilerin verildiği son bölüm.

 

Steve Harris bu şarkı üzerine bir konuşmasında şarkı için şöyle diyor: “Bölümler halinde yapılmış çok uzun bir şarkı bu.  Orta kısım, şarkının geri kalanından tamamen farklı ancak şarkıyla çok iyi bir uyum içinde. Yavaş bir başlangıçla, orta kısma doğru ilerlemek doğru bir karar gibi geldi. Phantom, yazdıklarım arasında en iyilerinden ve kesinlikle çalması en eğlencelilerden biri. Şarkıyı ilginçleştiren birbiriyle çapraşık gitar bölümlerine sahip. Sonra iyi bir ruh haline girmeyi sağlayan, yavaş orta kısım geliyor. Ayrıca gerçekten dinleyenleri sarsan, hızlı ve güçlü bölümleri de var. Buna ek olarak, kalabalığı içine katabilecek kısımlara da sahip. Hemen hemen grubun tüm esaslarıyla örtüşen bir şarkı. Ulaşmak istediklerimi göstermesi açısından da iyi bir örnek.”

 

“Operadaki Hayalet’sin sen, şeytansın…”

Transylvania – Harris

 

Enstrümantal bir şarkı, ilgili olduğu kitapla aynı isme sahip değil. Yine de bu şarkının ilham kaynağının hangi kitap olduğundan hiç şüphemiz yok: Dracula!

 

Bir yanda Iron Maiden, diğer yanda edebiyatın dönüm noktalarından, Bram Stoker’ın başyapıtı Dracula. Bu kadar başarılı bir kombinasyondan, ortaya kötü bir şey çıkması tabii ki mümkün değil. Transylvania yazılmış en iyi heavy metal enstrümantal şarkılarından biri. Bunu Dracula ve Iron Maiden favorilerimden diye söylemiyorum. Jonathan Harker’ın yazdıklarını bir de Steve Harris’in basları kulağınızda gümlerken okuyun, diye bir tavsiyede bulunabilirim sadece.

 

İki gitar solosuna sahip şarkı (Murray x 1, Stratton x 1), Maiden’ın yaptığı dört sözsüz parçasından ilki (diğerleri: The Ideas of March, Genghis Khan, Losfer Words (Big 'Orra) ). Söylediğim gibi şarkının ismi dışında kitapla ilişkilendirebileceğim başka hiçbir şeyi yok. Tabii bir de şarkıyı yapan grubun Maiden olması dışında. Transilvanya hayali değil, gerçek bir bölge. Osmanlı’da bilinen adıyla, Erdel. Romanya sınırları içerisinde bulunan bu bölgenin dünya çapında bilinmesini sağlayan sebep ise fazlasıyla açık: Bram Stoker’ın Dracula’sının burada yaşaması.

 

Jonathan Harker'ın Dracula'da Transilvanya ve Kont'a dair ilk görüşleri ise şöyle: 

“Londra’da iken biraz boş zamanım olduğundan British Museum’u ziyaret etmiş, kütüphanedeki Transilvanya ile ilgili kitapları ve haritaları incelemiştim; o topraklardan bir asille görüşürken biraz önbilgi almamın önemli olacağını düşünmüştüm.”

(Dracula s. 5-6, Çev. Niran Elçi, İthaki)

 

Bu parça üzerine de Steve Harris iki kelam etmiş elbet: “Bu şarkıyla ilgili ilk düşüncemiz, üzerine söz yazılmasıydı. Aslında vokal melodilerine de sahip ama şarkıyı çaldıktan sonra enstrümantal olarak ne kadar iyi olduğunu gördük ve bir daha üzerine söz yazmaya zahmet etmedik.”

 

Iced Earth’ün de coverladığı bu şarkı üzerine söyleyebileceğim son şey, keşke Coppola Dracula’yı (1992) çekerken bir yerde Transylvania’ya da yer verseydi, olur. Olacak iş değil ama, metalkafa istiyor işte.

Killers – 9 Şubat 1981 (Harris, Murray, Di’Anno, Burr, Smith)

 

Iron Maiden’ın ikinci, ama grupla beraber efsaneleşecek gitarist Adrian Smith’le olan ilk albümü. Grubun ilk albümünden dört kat daha fazla satıp, Maiden’ın yükselişinde büyük bir paya sahip. Bu albümde, ilk albüme göre daha deneysel şarkılar olsa da, grubun şu an bulunduğu yerde olmasında önemli bir etkisi var. Iron Maiden hakkında genel bir kanıya sahip olanların bile Maiden şarkısı olup olmadığını anlayamayacakları şarkılara sahip, favorilerimden biri olan Prodigal Son gibi.

Bir konsept albümü olmamasına rağmen, adının hakkını veren şarkılara sahiptir. Bunlardan biri de konumuzla alakalı olan tek şarkı:

 

Murders in the Rue Morgue – Harris

 

Adını Poe’nun en bilinen şiirinden alan bir sitede yazı yazıyorsanız, Poe’yu sevmemeniz gibi bir seçenek yok. Tabii ki Poe sevgimiz zorunluluktan değil, hâşâ.

 

Kişisel olarak benim Poe’yla olan tanışıklığım, Iron Maiden’la olandan daha eskiye dayanıyor. Tam olarak emin olmamakla birlikte ilk okuduğum öyküsünün Gammaz Yürek olduğunu hatırlıyorum. Yaşadığım dehşetin tarifi yoktu. Şarkının da adını aldığı Morgue Sokağı Cinayetleri’ni ise biraz daha sonra ve çok büyük bir keyifle okumuştum.

 

Tüm zamanların ilk dedektiflik öyküsü olarak kabul edilen Morgue Sokağı Cinayetleri’nde hikâyenin ana karakteri dedektif Auguste Dupin ise halen favori dedektiftir benim için. Sherlock Holmes, Peder Brown, Hercule Poirot arasından bir şekilde sıyrılıp kendini daha çok sevdirmiştir bana. Bunda dedektiflik türünde çok sevdiğim başka bir Dupin öyküsü olan Çalınan Mektup’un etkisi fazladır diye düşünüyorum.

 

Hikâyede, Dupin Fransa’da yaşayan bir dedektiftir ve hayali bir sokak olan Morgue Sokağı’nda işlenen bir anne ile kızın cinayetini soruşturmaktadır. Dupin insanlara duydukları seslerle ilgili sorular sorarken, tanıkların sesleri hep yabancı ama birbiriyle tutarsız olan dillerle tarif ettiğini fark eder. Diğer insanlar için yetersiz olan bu kanıt dışında, bir de cinayet mahallinde bulunan ve insana ait olmadığı düşünülen tüyler vardır elinde. Dahası spoiler içereceği için burada öykünün içeriğini anlatmayı bırakıyorum, çünkü sonu fazlasıyla eğlenceli ve bu keyfi kimsenin elinden almaya “şimdilik” bir niyetim yok.

Şarkıda da spoiler içeren hiçbir öge olmamakla birlikte öyküden de birebir bahsedilmiyor. Hatta, şarkının ilk dört dizesi dışında, öyküyle benzerlikleri yok. Evet, öldürülen iki kadın vardır ve evet suç Morgue Sokağı’nda işlenmiştir. Ama öyküdekinin aksine, şarkıda katil zanlısı olan bir kaçaktan söz ediliyor. Gerisi ise şarkının sonunda anladığımız üzere şizofren bir anlatıcının hikâyesi.

 

Steve Harris’in Murders in the Rue Morgue ile ilgili söyledikleri ise şöyle: “Bu şarkı biraz deneyseldi. Bundan önce basgitarda çok fazla armonik[1] çalmamıştım. Ancak intronun getirdiği ruh haliyle, o armonikleri çalmak fazlasıyla doğal hissettirdi. Belli bir hava yaratıp, sahneye çıkıp, şarkının başıyla insanları etkilemek istedik. Vokal melodisi riff ile hemen hemen aynı. Bu durum ikisinin de daha güçlü olmasını sağlıyor.”

 

Dizinin ilk kısmı burada sona eriyor. Yakın zamanda ikinci yazı da gelecek. Ayrıca bu yazının, vokalist Paul Di’Anno’nun Maiden forması altındaki son albümüyle sonlanması da manidar. Yok yok bilerek ayarladım. Şimdi ver elini Bruce Dickinson!

 

 


 

[1] Müzikte iki notanın aynı anda çalındığında ortaya çıkan akordu oluşturan seslerin arasındaki müzikal aralığın çeşidi

 

A.S.O

bottom of page