top of page

Halının altındaki kırıntılar

 

Çeviri sürecim teknik açıdan şöyle işliyor: Bilgisayar ekranımın sol tarafında özgün metnin PDF’sini, ortada Word belgesini, sağda da İngilizce-Türkçe sözlüğümü açıyorum. Bu sırada Google aramaları, Türkçe-Türkçe ve İngilizce-İngilizce sözlükler arasında geçişler oluyor elbette. Sürecin buraya kadar her kitap için aynı olduğu söylenebilir.

 

Fark bu noktadan sonra başlıyor. Bir kere yazarı önceden tanıyıp tanımamak, anlattığı dünyaya ve zamana aşina olup olmamak, dilini kendine yakın bulup bulmamak çalışma biçimini şekillendiriyor. Kimi kitapta İngilizce sözlüğe daha çok bakılıyor, kiminde Türkçeye. Kimi argo sözlüğü, eşanlamlılar sözlüğü, denizcilik sözlüğü, mitoloji sözlüğü vs. gerektiriyor. Kiminde Shakespeare açılıyor, kiminde dini kitaplar. Bazen kitap hızlı çevriliyor ama üstünden geçilirken yavaş okunuyor, bazen de tam tersi.

 

Tom Perrotta’yı, Kalanlar’ın çevirisini üstlenmeden önce tanımıyordum. Yalnızca yazdığı bir kitaptan uyarlanan Little Children filminden 

haberdardım (kendisini daha sonra da Ruby Sparks filminde kısaca görecek, böylece Hollywood’la ne kadar haşır neşir olduğunu daha iyi anlayacaktım). Ama dili, okumalarım ve diğer kültürel tüketimlerim itibariyle bana tanıdık gelen bir dildi. Mesele, bu dile Türkçede nasıl bir karşılık bulacağımdı. Çünkü iyi anladığı, dahası kolay bulduğu metinleri çevirirken çevirmen, anlamı yeterince aktaramama tehlikesiyle karşılaşabiliyor. Nitekim çevirinin üstünden geçerken bu şekilde kimi tuzaklara yakalandığımı fark ettim. Bu yüzden okuma, neredeyse çevirinin kendisi kadar uzun bir süre aldı.

 

Dille ilgili bir diğer mesele de Hıristiyan doktrininde yer alan –ama İncil’de geçmeyen– terimlerdi. Bunlar için çeşitli referans kitaplar kullandım ve elbette internetten olabildiğince yararlandım.

 

Kalanlar’ı diğer çevirilerimden ayıran bir diğer husus ise kitabın, çeviri bittikten iki yıl sonra yayımlanması. Çeviriyi yayınevine teslim ettikten kısa bir zaman sonra romanın, Lost’un yapımcılarından Damon Lindeloff tarafından HBO için diziye uyarlanacağını duyuruldu ve yayınevi, romanı diziyle eşzamanlı basmaya karar verdi.  Editörün düzeltilerini incelerken bugün asla başvurmayacağım ifadeler kullandığımı, yani dil ve çeviri anlayışımın bir nebze değişmiş olduğunu gördüm. Bu gerçekten ilginç bir deneyimdi.

 

Editörün düzeltileri demişken Sanem Sirer’i anmamak olmaz. Editörlük kariyerim çevirmenlik kariyerimden daha eskiye dayandığı için bir hakaret olarak algılanmayacağı ümidiyle söylüyorum: Editörün işi çevirmenin (ya da yazarın) bir nevi arkasını toplamaktır. Elbette bir çevirmen olarak anahtarları teslim ederken her yeri pırıl pırıl bırakmaya özen gösteriyor insan. Ama güvendiğiniz ve saygı duyduğunuz bir editörle çalıştığınızda, halının altında kalan kırıntıların da bulunacağını, dahası eşyanın yerinin gereksiz yere değiştirilmeyeceğini biliyorsunuz. Kalanlar, bu gönül rahatlığını yaşayabildiğim çevirilerimden biri oldu.

 

 

Berrak Göçer

bottom of page