E. A. Poe Üzerine
Özdeksel şeylere tutkun, açgözlü bir dünyanın ortasında Poe kurtuluşu düşlerde buldu. Amerika’nın havasının kendisini boğmasına karşın Eureka’nın başlangıcına şunu yazdı: “Bu kitabı, düşlerin tek gerçeklik olduğuna inananlara adıyorum!” O kendi varlığıyla, başlı başına bir protestoydu ve protestosunu kendine özgü yollarla ilan etti. “The Colloquy of Monos and Una”da (Monos ile Una’nın Konuşması) demokrasiye, ilerlemeye ve uygarlığa karşı duyduğu horgörüyü ve tiksintiyi dışavuran yazarla saflığı teşvik etmek ve budala çağdaşlarını sevindirmek için insanoğlunun hükümdarlığını kuvvetle vurgulayan ve modern insanın gururunu okşayan, dahice uydurulmuş haberler üreten yazar aynı kişidir. Bu açıdan bakıldığında Poe, efendisinin yüzünü kızartmak isteyen bir köle gibi görünür. Son olarak, düşüncelerimi iyice anlaşılır kılmak için, şunu da belirtmek isterim ki, Poe yalnızca soylu fikirleriyle değil, aynı zamanda muzipliğiyle de yüceydi.
Çünkü o asla bir sahtekâr olmadı. Yükselen demokrasi dalgasının ortasında sakin sakin “İnsanların yasalarla, onlara uymak dışında, hiçbir ilintisi yoktur,” diye yazan Virginialının modern bilgeliğin kurbanlarından biri olduğunu hiç sanmıyorum; ya şu tespite: “Bir gürûhun yuları imgelemidir. Her seferinde bu burundan tutulup sessiz sedasız istenilen yöne çekilebilir” –ve bunun gibi, alaycılığın ağır bastığı ve bir kurşun yağmuru gibi hızla indiği, ancak öte yandan gururlu ve kayıtsız kalmayı da beceren yüzlerce parçaya– ne demeli? Swedenborgçular onu “Mesmeric Revelation”ı (ipnotik Açıklamalar) için kutluyorlar, tıpkı daha önce Diable Amoureaux’nun (Âşık Şeytan) yazarında gizemlerinin sergileyicisini bulan o bön aydınlar gibi; ona yeni açıkladığı büyük gerçekler için teşekkür ediyorlar, çünkü yazdığı her şeyin kesinlikle doğru olduğunu (Ey tasdiklenemezin tasdikçileri!) keşfetmişler; her ne kadar bu iyi niyetli insanlar ilk başta okuduklarının uydurma olabileceğinden şüphelendiklerini itiraf etseler de, Poe kendi payına asla şüphe duymadığı yanıtını veriyor. Zihninin gizli odalarını içeren o ilgi çekici “Marginalia”yı yüzüncü kez tararken gözüme ilişen şu kısa parçayı da ayrıca sunmalı mıyım: “Bu çağın en büyük felaketlerinden biri, her bilgi dalına ilişkin kitapların sayısının baş döndürücü bir hızla artmasıdır, çünkü bu, her türlü pozitif bilginin elde edilmesi yolunda karşılaşılan en büyük engellerden biridir.” Doğası yoluyla, doğum şartlarının gerektirdiğinden bile çok daha fazla aristokrat olan Virginialı, Güneyli, kötü bir dünyanın doğru yoldan çıkmış Byron’ı, felsefi geçilmezliğini hep korumuştur ve ister güruhun burnunu tasvir etsin, ister dinlerin yaratıcılarıyla dalga geçsin, ister kütüphaneleri maskara etsin, gerçek bir şairin her zaman olduğu ve olmayı sürdüreceği şey olarak kalacaktır: Tuhaf bir biçime bürünmüş bir gerçek, apaçık bir paradoks, kalabalığın dürtüklemesinden hoşlanmayan ve batıda “havai fişekler” patladığında Uzakdoğu’ya kaçan.
Ama her şeyden önemlisi, bu yazarın, kendi kendine tutkun bir yüzyılın ürününün, diğer tüm uluslardan daha fazla kendisine tutkun bir ulusun çocuğunun, insanoğlunun doğal kötülüğünü açıkça gördüğünün, soğukkanlı bir şaşmazlıkla onaylanacağını anlayacağız. İnsanın içinde, der o, modern felsefenin dikkate almak istemediği gizemli bir güç vardır; ve bu isimsiz güç bilinmedikçe pek çok insani eylem açıklanamaz; ve açıklamasız kalacaktır. Bu eylemleri çekici kılan tek şey kötü ya da tehlikeli olmalarıdır; dipsiz uçurumun çekiciliğini içerirler. İnsanı daima ve aynı anda bir katil ve intihar eden kişi, bir suikastçı ve bir cellat yapan bu ilkel, karşı konulmaz güç, doğal “sapkınlık”tır; çünkü, diye ekler Poe, dikkate değer, şeytani bir incelikle, eğer deneyim ve tarih bize Tanrı’nın – aynı kötüleri suç ortakları olarak kullandıktan sonra!– bu eylemlerden çoğu kez düzeni sağlamak ve kötüleri cezalandırmakta faydalandığını göstermeseydi, birtakım kötü ve tehlikeli eylemlerin ardında, uygun, akla yatkın bir gerekçe bulmanın olanaksızlığı, bizi onların Şeytan tarafından verilen tavsiyelerin sonucu olduklarına inanmaya itebilirdi. İtiraf etmeliyim ki, zihnime sızan düşünce budur, haince olduğu kadar kaçınılmaz bir tespit. Ama şimdilik yalnızca o büyük unutulmuş gerçeği –insanoğlunun iptidai sapkınlığını– ele almak istiyor ve doğrusu eski bilgeliğin bazı kırıntılarının hiç beklemediğimiz bir ülkeden bize dönüp geldiğini görmekten belli bir tatmin duyuyorum. Eski bir gerçeğin bazı parçalarını, olası her ses tonunda: “Ben iyi olarak doğdum, ve sen de öyle, ve hepimiz iyi olarak doğduk!” diye yineleyen ve hepimizin kötülüğün damgasıyla doğduğumuzu unutan, hayır, unutmayı yeğleyen bütün bu şarlatanların ve ördek seslilerin, insanlığın bütün bu alçak yaltakçılarının yüzlerine karşı haykırdığını bilmek hoş!
Çürüyüşün o büyük sapkınlığı ilerleme de, aynı şekilde, Poe’nun kaleminden kurtulamadı. Okur çeşitli yazılarında onu tanımlamak için hangi terimleri kullandığını görebilir. Üslûbundaki coşkun hava göz önüne alındığında, sanki halkın içindeki bir baş belasıyla ya da sokaktaki bir musibetle uğraşır gibi, tüm hıncını ondan çıkardığı söylenebilir. Eğer benim gibi o da, soytarıların gülünç ve kasıtlı saçmalıklarını anımsatan şu olağanüstü açıklamaya rastgelseydi, şairin bön kişileri uzaklaştıran o horgörür kahkahasıyla nasıl da gülerdi kim bilir. Bu yazıyı son derece ciddi bir dergide, alçakça ilan edilmiş bir halde keşfettim: Bilimin dur durak bilmez ilerleyişi geçtiğimiz günlerde... (Rum ateşinin, bakırın yumuşatılmasının, sır olmuş bir şeyin)... kayıp ve uzun süredir aranan sırrının yeniden bulunmasını olanaklı kıldı, ki en başarılı uygulamaları barbar ve çok eski bir çağa uzanıyor!!! Bu gerçek bir define, parlak bir keşif olarak adlandırılabilecek bir buluş, bir duraksamasız ilerleme çağı için bile; ancak kanımca Allamistakeo mumyası, sesinde nazik ve ketum bir üstünlük tonuyla, bu ünlü gizemin kaybolmasından da duraksamasız ilerlemenin –o ölümcül, karşı konulmaz ilerleyiş kanununun– sorumlu olup olmadığını sormaktan geri kalmayacaktı. Dahası, gülünç olduğu kadar da üzüntü verici bu konu hakkında ciddileşirsek, bir ulusun, pek çok ulusun ve günümüzde tüm insanlığın bilgelerine, büyücülerine şunları söylediğine tanık olmak şaşkınlık verici değil midir gerçekte: Eğer beni bilinçsizce, karşı konulmaz bir şekilde, uykudayken ilerlemekte olduğumuza inandırabilirseniz sizi sevecek ve yücelteceğim; bizleri yükümlülükten kurtarın, karşılaştırmaların küçük düşürücülüğüne karşı perdeleyin, tarihi safsataya dönüştürün ki, kendinize bilgelerin bilgesi diyebilesiniz. Şu basit düşüncenin, ilerlemenin (ilerleme diye bir şey olduğu sürece) zevki arıttığı kadar kederi de kusursuzlaştırdığı ve eğer halkların dış yüzeyleri güzelleşiyorsa, bunun açıkça yalnızca bir Italiam fugientem’in1, her an yitirilen bir fethin, hep kendisini inkâr eden bir ilerlemenin belirtisi olduğu düşüncesinin herkesin aklında belirmemesi şaşırmak için yeterli sebep değil midir?
Charles Baudelaire
Çeviren: Dost Körpe

