Bradbury'nin gölge oyunları
İlk olarak 1951’de yayımlanan “Resimli Adam” adlı öykü derlemesiyle bizi vücudu olağanüstü dövmelerle kaplı ilginç bir kahramanla tanıştıran Bradbury, aynı kahramanı yıllar sonra, bu sefer bir romanda karşımıza çıkardı. “Resimli Adam”, fantastik ve bilimkurgu türüne sokabileceğimiz öykülerle doluydu. Resimli Adam’la kötü kahraman olarak, karşılaştığımız “Uğursuz Bir Şey Geliyor Bu Yana” ise, işin içine korkunun da girdiği fantastik bir roman.
Ray Bradbury, kitaplara olan aşkıyla, kendine özgü şiirsel diliyle yazdığı eserleriyle, distopya edebiyatına kattığı “Fahrenheit 451” adlı ünlü romanıyla, “Mars Yıllıkları” adlı bilimkurgusuyla ve sayısız öyküsüyle hatırladığımız eşsiz bir yazar.
Edebi olarak değerlendirdiğimizde çok farklı bir üslubu var Bradbury’nin. İngilizcenin olanaklarını zorlayan, biz okurların, özellikle de fantastik edebiyat okurlarının okuma alışkanlıklarını test eden, hatta çıtamızı yükselten bir dili var. İlk defa duyacağımız sıfatlarla, bizi ters köşeye yatıran benzetmeleriyle, uzun satırlar boyu devam eden cümleleriyle, yarım kalan, üç noktalarla dolu paragraflarıyla, sanki düzyazıya dönüştürülmüş bir şiir yazıyor Bradbury. Bu yüzden başka bir dile çevrilmesinin de oldukça zorlayıcı bir süreç olması kaçınılmaz. Yine de, belli başlı eserlerinin Türkçede yayımlanmaya devam etmesi çok sevindirici. “Uğursuz Bir Şey Geliyor Bu Yana”, bu eserlerin en tazesi.
İlk olarak 1951’de yayımlanan “Resimli Adam” adlı öykü derlemesiyle bizi vücudu olağanüstü dövmelerle kaplı ilginç bir kahramanla tanıştıran Bradbury, aynı kahramanı yıllar sonra, bu sefer bir romanda karşımıza çıkardı. “Resimli Adam”, fantastik ve bilimkurgu türüne sokabileceğimiz öykülerle doluydu. Resimli Adam’la kötü kahraman olarak, karşılaştığımız “Uğursuz Bir Şey Geliyor Bu Yana” ise, işin içine korkunun da girdiği fantastik bir roman.
Sadece diliyle değil, olay örgüsü, kurgusu, kahramanları ve dert edindiği meselelerle de benzerlerinden ayrılan bir eser bu. Öncelikle, romanın bir başkahramanı yok. Birkaç farklı kahraman var, daha doğrusu her okur için ayrı bir kahraman da diyebiliriz. 14 yaşında iki arkadaş, Jim ve Will, başkahramanlarımız gibi gözükse de, metne en az onlar kadar ağırlığını koyan –ve Will’in babası olan– Charles, ön plana çıktığı bölümlerdeki sözleri, düşünceleri ve eylemleriyle bu romanı yer yer felsefi bir kurgu haline getiriyor. Çocuk kahramanlarımız romana macera, hareket ve sürükleyicilik katarken, Charles bizi durdurup düşündürüyor, sorular sorduruyor ve tartışmaya davet ediyor.
Kâbuslarımızın, suçlarımızın, içimizdeki zehrin kokusunu alarak geliyor karnaval. Sıradan hayatlar sürdürseler de gizli günahları, karanlık sırları olan küçük kasaba insanlarının hayatına bir avcı gibi yaklaşan bir karnaval bu. Fantastik olmasında bir gerçekçilik var dersek, yanlış olmaz herhalde. Bradbury’nin iyilik-kötülük karşıtlığına getirdiği şiirsel adaletin temelindeyse sevgi ve gülümseme var. Charles, Will ve Jim; Resimli Adam ve uğursuz yandaşlarıyla nasıl baş edeceklerini fark ettiklerinde, biz de uygarlık tarihinin temelinde ağlamanın ve gülmenin, sevginin olduğunu anlatan bölümlerle karşılaşıyoruz. Her şeyin temelinde sevgi olduğunu keşfeden Charles’la birlikte içimizdeki karanlığa karşı bir savaş da başlamış oluyor: “Yolun kenarında ölmüş yabancılara neden ağlarsınız? Kırk yıldır görülmeyen dostlara benzerler. Palyaçolara pasta atıldığında neden gülersiniz? Kremayı tadarız, hayatı tadarız. Karın olan kadını neden seversin? Burnu bildiğim bir dünyanın havasını solur; o yüzden o burnu severim. Kulakları gecenin yarısı boyunca söyleyebileceğim bir şarkıyı duyar; o yüzden kulaklarını severim. Gözleri toprağın mevsimlerinden zevk alır ve bu yüzden o gözleri severim. Dili ayvayı, şeftaliyi, acı kirazı, naneyi ve limonu tanır; onun konuşmasını duymayı severim. Çünkü vücudu, sıcağı, soğuğu, kederi tanır, ben ateşi, karı ve acıyı bilirim. Paylaşılan ve bir kere daha paylaşılan deneyim. Tenini ürperten milyarlarca dokuma. Bir duyuyu kes at, yaşamın bir parçasını keser atarsın. İki duyuyu kes; yaşam anında kendini yarılar. Bildiğimiz şeyi severiz, olduğumuz şeyi severiz.”
Sonuçta “Uğursuz Bir Şey Geliyor Bu Yana”, oldukça sağlam ve gerçekçi, şiirselliğin bir süs olmaktan öteye gidebildiği, fantastik unsurların gayet yerinde, nokta atışı bir şekilde kullanıldığı, simgesel olduğu kadar doğrudan olan, içimizdeki çocukla ilgili olduğu gibi bizi bekleyen ölümle de ilgili olan epik bir roman. “Bir parçam, hâlâ, dört yaşındayken bindiğim o korkunç atlıkarıncanın üzerinde. Görünüşe göre ondan inmenin bir yolunu asla bulamamışım,” diyen Bradbury, bize büyük meselelerin anlatıcılığını yapıyor, ama bu meselelerin henüz küçüklüğümüzde bir “mesele” haline geldiğini de hatırlamamızı istiyor. Tıpkı romandaki karnaval gösterilerinde olduğu gibi, bir gölge oyunu bu, Bradbury’nin ustası olduğu…
Y.E.
Remzi Kitap Gazetesi'nin Ocak 2014 sayısında yayınlanmıştır.
Tabii kaçınılmaz olarak, tüm fantastik unsurlarının yanında, bir baba-oğul öyküsü olarak da okuyabiliriz bu eseri. Hatta romanın en etkileyici bölümlerinden biri, baba ile oğlun hayat hakkında konuştuğu, daha doğrusu babanın anlattığı ve oğlun dinlediği bölümler. Biraz “erkek” ağırlıklı bir kurgu diyebiliriz o nedenle. Yine de oldukça genel ve insani bir meselesi var bu romanın. Ölüm, zaman ve iyilik-kötülük karşıtlığı gibi üç başlıkta toplayabiliriz Bradbury’nin yapbozunu. Biraz karanlık bir roman anlayacağınız. Shakespeare’in bir dizesine borçlu olan adından da belli değil mi bu?
Fantastik bunun neresinde derseniz; iyiliğin timsali olan çocuk kahramanlarımızın yaşadığı kasabaya aniden gelen “karanlık” bir karnavaldan, bir tur bindiğinizde gençleştiğiniz atlıkarıncadan, büyülerden, cadılardan, tekinsiz ucubelerden, ruhunu karnavala teslim eden kurbanların temsil edildiği dövmeleri vücudunda taşıyan Resimli Adam’dan bahsedebiliriz.
Bunlar, bize Bradbury geleneğini devam ettiren Neil Gaiman ve Terry Pratchett gibi yazarları da hatırlatacaktır elbette. Özellikle kahramanlarımızın çocukluktan ergenliğe geçiş aşamasında olması, Jim’in bir an önce büyümek istiyor oluşu, Charles gibi orta yaş krizine girmiş bir babanın gençliğe duyduğu özlemle bizi hüzünlendirmesi ve bu özelliklerin tümünün kasabaya gelen karnavalın karanlık planlarıyla alakalı olması, Bradbury’nin gerçeklik anlayışımızı nasıl doğaüstü korkularımızla birleştirdiğini gösteriyor.
“Uğursuz Bir Şey Geliyor Bu Yana”, Ray Bradbury, Çev: Ayşe Gorbon, 358 s., İthaki Yayınları, 2013


