Aşk son derece korkunç olabilir
Poe’nun ne Kızılderililerle ne de doğayla bir ilişkisi vardı.
O tamamıyla kendi aklının parçalanma süreciyle ilgileniyordu. Bilindiği gibi, Amerikan sanat aktivitesinin ritmi iki yönlüdür:
-
Eski bilincin parçalanması ve çamura dönüşmesi
-
Ve bunun altında oluşturulan yeni bir bilinçlilik hali
Fenimore Cooper’ı harekete geçiren iki dürtü var. Poe'da ise yalnızca biri, parçalanma dürtüsü bulunuyor. Bu durum onu neredeyse, bir sanatçıdan öte bilim insanı yapıyor.
Ahlak kuramcıları, kendilerine hâkim olamadan sürekli Poe’nun neden bu “hastalıklı” öyküleri yazdığını merak ettiler. Yazılmaları gerekiyordu çünkü eski şeyler parçalanmalı ve ölmelidir, çünkü eski tip akıl herhangi bir şey gelip geçmeden adım adım yıkılmalı.
İnsan, kendisinden bile kendisini soyup çıkarmalıdır. Ve bu acı dolu, bazen de dehşetli bir süreçtir.
Poe, sanatçıdan çok bir bilim insanı. Kendisini bir bilim insanının yaptığı gibi küçültüp, kap içindeki bir tuz zerreciğine indirgeyebiliyor. Bu, ruhun ve bilincin kimyasal analizi. Oysaki gerçek sanatta her zaman yaratımın ve yıkımın çift yönlü ritmi vardır.
Bu nedenle Poe yazdığı şeyleri “masal” olarak adlandırıyor. Onlar, sebep ve sonucun birbirleriyle bağlandığı olaylar dizileri.
Ancak en iyi işleri, masalları değil. Onlar, bundan daha fazlası. Onlar, insan ruhunun parçalayıcı sancılarındaki dehşetli öyküler.
Dahası, onlar “aşk” öyküleri.
Ligeia ve Usher Evi’nin Çöküşü tam anlamıyla aşk öyküleri.
Ve bu da bizi Edgar Allan Poe’ya getiriyor. İpucu, Ligeia için seçtiği ve gizemli Joseph Glanvill’in söylediği sözde saklı:
Ve o irade ki ölmez, içte kalır. İradenin, güçlü iradenin gizlerini kim bilebilir ki? Çünkü Tanrı da istekliliğinin doğası sayesinde her şeyin içinde bulunan büyük bir iradedir. İnsan kendisini meleklere ya da ölüme tam anlamıyla ancak güçsüz iradesinin zayıflığından teslim eder.
Bu şiddetli bir özdeyiş, ölümcül türden.
Çünkü büyük irade Tanrıysa, evren bir aletten başka bir şey değildir.
Benim için, tek bir Tanrı olabilir, ama o isimsizdir ve bilinemez.
Benim için çok sayıda Tanrı da olabilir, bana gelip gelip giden. Ve söylemeliyim ki çeşitli türde iradeleri var.
Ancak konumuz burada Poe.
…
Poe ileri seviyede ruhani sevginin yarattığı kendisini kaybetmesini sağlayacak kadar güçlü coşkuları yaşadı. O coşkuları yaşamak istedi, o coşkular dışında hiçbir şeyi değil. O büyük doyuma ulaşmak, akışı hissetmek, ahengi hissetmek, hayatın yükselen yoğunluğunu hissetmek istedi. Bu doyumu tecrübe etti. Bu ruhsal coşkuyu her tecrübe edişinde kendisini kaybetti; gergin bir sevgi, hayattaki en önemli şeydi, hayatın ta kendisiydi. Ve bunu kendisi için denedi, biliyordu ki bu onun için hayatın ta kendisi demekti. Yani bunu istedi. Ve buna sahip olabilirdi. İradesini, doğanın tüm sınırlamalarına karşı düzenledi.
Bu cesur adam, kendi inancına ve tecrübesine göre hareket ediyor. Ama diğer yandan kendini çok beğenmiş ve aptal biri.
Poe, ne pahasına olursa olsun coşkuyu ve yükselişi elde edecekti. Cinnet geçirdi, günümüz cinnet geçiren Amerikalı kadınları gibi aynı şeylerin peşinden koşarken: yükseliş, coşku ve akım. Poe alkolü ve eline geçirebileceği her türlü ilacı denedi. Ayrıca, eline geçirebileceği her türlü insanı da denedi.
En büyük girişimine ve başarısına karısıyla birlikteyken ulaştı; kuzeni ve nağmeli bir sesi olan karısıyla. Onunla birlikte en yoğun akışkanlığın, yükselişin ve coşkunun çok renkli tonunun içine girdi. Birlikteliklerinin uyumunun yarattığı en yoğun ve gergin dürtüydü bu; gitgide yükseldi, ta ki kızın damarları parçalanana ve bardaktan boşanırcasına kan akana dek. Bu aşktı. Tabii buna aşk denebilirse.
Aşk son derece korkunç olabilir.
Gündelik dengesizliklerin kaynağı aşktır. Veremin esas sebebi aşktır.
Ancak Poe kendi dürtülerini herhangi bir insanın dayanma sınırlarını fazlasıyla aşan şekilde yönlendirdi.
D. H. Lawrence
Çeviren: Alican Saygı Ortanca
...
Not: Yazı D. H. Lawrence'ın Studies in Classic American Literature isimli kitabından alınmıştır.

