top of page

Çukurdan bildiriyorum

 

William Hope Hodgson’ın Sınırdaki Ev’iyle ilgili ilk izlenimim, yurtdışı kapaklarında kullanılan Lovecraft alıntısına dayanıyordu. Bu eseri “Birinci sınıf bir klasik” diyerek övmüştü Lovecraft. Ancak alıntı yapılan cümlenin tamamına baktığımızda gördük ki, aslında tam da bunu söylemiyordu üstat. Diğer yandan Lovecraft, bir mektubunda “başyapıt” olarak bahsediyordu eserden. Bu nedenle biz de kendi kapağımızda bu sözcüğü kullandık. Aslında ben yayınevinde çalışmaya başladığımda kitap halihazırda yayın programındaydı, yani benim seçtiğim bir kitap değildi, ama iyi ki girişilmişti bu işe. Karanlıkta 33 Yazar derlemesinden sonra böyle bir kitaba ihtiyaç vardı.

      Evet, Hodgson’ın kitabı önemli bir korku edebiyatı eseri, ama Lovecraft’ın bu eseri böyle övüyor olması da en az eserin kendisi kadar önemliydi bizim için. Bu nedenle özenli bir editöryel çalışma gerektiriyordu kitap. Sonuçta Lovecraft’ın bu derece övdüğü kaç eser var ki?

      Korku ve bilimkurgu dediğimizde ilk aklımıza gelen önemli çevirmenlerden Sönmez Güven çevirmişti kitabı. Bugüne kadar birçok ustayı onun çevirilerinden okuduk. Sönmez Güven, eserleri çevirirken orijinal dildeki tuhaf atmosfere, karanlık ve rahatsız edici karaktere, alışık olmadığımız sıfat kullanımlarına uygun bir dil tutturabiliyordu.

     

Çeviriyi yayına hazırlarken gördüm ki, metnin kendisi metaforlarla doluydu ve özellikle çukur, yarık, oyuk gibi kavramları kullanırken belirli bir yol izlenmesi gerekiyordu. Söz konusu çukur, metne adını veren Ev için çok şey ifade ediyordu ve eseri bir tuhaf-kurgu (weird fiction) örneğine dönüştüren ve Lovecraft eserlerinden aşina olduğumuz tüm kozmik dehşet ayrıntısını sergileyen unsur bu çukurla ilgiliydi. Zaman-mekân kırılması bu çukurdan kaynaklanıyor, metne gerilim katan yaratıklar bu çukurdan çıkıyordu. Tüm olay örgüsünün beşiğiydi çukur. Sınır da orasıydı, ev de…

     Bu nedenle metinde geçen pit, abyss, cleft, chasm, hole, ravine gibi bir dolu kelimeyi, tam da orijinal metindeki gibi ayırarak karşılamaya çalıştım. Çukur, sadece pit’e karşılık gelecekti. Oyuk, abyss’e… Ve farklı bir şekilde asla kullanılmayacaktı bu karşılıklar. Hodgson eserinde kaç kez kullandıysa o kelimeyi, karşılığı da aynı sayıda ve aynı noktalarda olacaktı.

      Çeviri bittiğinde sıra metni zenginleştirmeye geldi.  İşlemci hızına yetişemediğim editör arkadaşım Alican, Ege Üniversitesi’nden sevgili Züleyha Çetiner Öktem’in Sınırdaki Ev ile ilgili, önemli bir derlemede yayımlanmış makalesini keşfetti. Öktem’in ismini daha önce bilimkurgunun İzmir şubesi Ozancan Demirışık’tan duymuş ve not almıştım. Züleyha Hanım’ın makalesini okudum ve birikimini paylaşacağı kısa bir önsözle katkıda bulunmak isteyip istemediğini sordum kendisine. Ne de olsa Hodgson Türkiye’de fazla bilinen bir isim değildi ve önemli bir akademisyenin okurla yazarı tanıştırması çok değerliydi. “Seve seve” cevabını alınca, geriye kitabın kapağını düşünmek kaldı.

      Aslında daha önce Lovecraft ve Poe çizimlerini gördüğümüz çevirmen ve editör Seda Ersavcı’nın kapağı çizme ihtimali vardı. Diğer yandan kitabın eski baskıları arasında en güzel kapağı olduğuna inandığım görseli İngiliz bir çizer, Ian Miller yapmıştı. Çok umudum yoktu ama bir şansımı deneyip ulaşmaya çalıştım Miller’a. Anında yanıt geldi. Ufak bir pazarlık sonucu görsel artık bizim de kapağımızda kullanılabilecekti. Seda Ersavcı’nın çizimlerini de kitabın içinde kullanmaya karar verdik. Ben de naçizane bir sonsöz yazdıktan sonra kitap tamamdı.

      Buradan Züleyha Çetiner Öktem’e, Seda Ersavcı’ya, Sönmez Güven’e, Ian Miller’a ve tabii ki Alican’a tekrar teşekkürler. Bir de Lovecraft var elbette, onu unutmak mümkün mü?

                                                                                                                                                                 

    Y.E.

bottom of page