top of page

                 Ölüme kanatlı bir uçuş…   

 

                           

                                    "Sadece yolu yürüyerek kateden kişi yolun neye hükmettiğini öğrenebilir."

                                               

                                                      Walter Benjamin, Tek Yön (Sessizin Payı/Nurdan Gürbilek)

 

Bilimkurgu, fantezi ve korku türlerinin anlatı ustası Ray Bradbury, ölümün, geçiciliğin insanın varoluş tarihindeki yansımalarını, okura dehşetin sınırlarını işaret ederek sınadığı Sonbahar Ülkesi adlı öykü seçkisiyle karşımızda. Kitap, İthaki Yayınları etiketiyle geçtiğimiz ay raflarda yerini aldı.

 

Sonbahar Ülkesi, bir zaman/mekân imlemesi olarak, ölümün ve ölümlü olmanın ebedi yurdunun göstergesi olduğu gibi, öykülere hâkim olan hüzünlü, solgun atmosferin de baş karakterlerinden biri aynı zamanda. “…yılın hep son döneminin yaşandığı ülke” yine sonbahar düşüncelerine ve yeislerine sahip insanların şaşırtıcı hikâyelerinin coğrafyası bir yerde. Bununla birlikte kurmacanın ve gerçeğin birbirine yoldaşlık ettiği öykü formu, Bradbury’nin roman biçimiyle yakaladığı anlatı maharetini, aynı ritmi muhafaza ederek bir okuma zevkine dönüştürüyor. On dokuz hikâyeden oluşan kitap, okurun zihnini, ölümün tekinsiz mekânları ziyaret eden ürkütücü fotoğrafını okumaya davet etmekle birlikte, ölümün kaçınılmazlığını, ondan bir kaçış olmadığını, hayatın onu tanımlayacak işaretlerle kuşatıldığını gösteren zengin bir anlatı biçimine sahip.

Sonbahar Ülkesi, odak noktasına taşıdığı ölüm olgusuna bir anlamlandırma yapma gayreti taşımıyor. Zira onun/ölümün anlamı, henüz hiç kimsenin tecrübe ederek anlatabileceği bir hayat pratiği değil ne de olsa. Bradbury bize ölümü anlatmak yerine, kurmacanın olanaklarını kullandığı korku ve fantezi anlatı türlerinin sınırlarında, bu dürtünün hangi haller ile tezahür edebileceğini göstermeye çalışıyor. Ölümün bir teslimiyet olabileceği gibi bir karşı koyuş, dünya hesabının görülememişliği, öfke ve cezalandırma gibi var oluş imkânlarının sonsuzluğunu imleyen güçlü bir isyan duygusu olabileceğini söylüyor. “Küçük Katil” adlı öyküsünde, korku türünün kullanışlı öğelerinden olan “bebek/çocuk” klişesini doğmuş olmanın, dünyada olma sancısının bir göstereni durumuna getirerek, okuru kendi iç serüveni üzerinde düşünmeye davet ediyor. “Sıradaki” adlı öyküsünde ise ölümü bir iç huzursuzluğunun, paranoyanın sesi ile işitsel bir gerilime dönüştürüyor. Meksika köylerini gezen Marie/Joseph, ömürlerinin sonbaharını deneyimleyen orta yaşı geçkin bir çift. Bradbury anlatıyı Marie’nin bedenindeki sonbahara da dikkat çekerek, yaşamdan kurtuluş umudu kalmayan bir karakterin, ölümle oyununa da tanık ediyor okuyucuyu. “Kadın, vücudunun genişlemesi, düzelmesi ve değişmesinden adamın ellerinin ne kadar sorumlu olduğunu düşündü. Kuşkusuz bu adamın yola çıktığı vücut değildi…”

 

Benzer bir yapı, “İskelet” adlı öyküde de karşımıza çıkıyor. Hastalık hastası Bay Harris’in kendi bedeni ile kurduğu paranoid ilişki, ölümü çağıran, onu arzulayan bir dünya sancısını görünür kılarken, bu duygunun yarattığı yıkıma da dikkat çekiyor.

Öte yandan anlatı, ölümü “şey”lerin tarif edilemeyen belirsizliği, tekinsizliği üzerinden de bir şeyler söylenebilecek görsel bir olguya dönüştürüyor. “Kavanoz” adlı öykü, sembolik düzenden dehşetin alanına çekilmiş ‘şey’i, ölümü hatırlatacak bir yakıştırma seremonisi içinde seyirlik bir vaka hâline getiriyor. Bakmanın hazzı, ölüm karşısındaki büyülenmeyi korkunun karanlığından çekip, yüzleşmeye açık bir mefhum olarak okurla karşı karşıya bırakıyor. Aynı gayret “Kalabalık” adlı öyküde de karşımıza çıkıyor. Bradbury, benzer şekilde görmenin baştan çıkarıcılığını ölüm dürtüsü ile fantezinin sınırları içinde sentezleyen eşsiz bir hikâye yaratıyor.

 

“Bu insanlar, ölüme yatkın olanlar, gelip geçen yabancıların hep yanlış damarına basarlar; hepimizin bağrındaki cinayete dokunurlar.” Sonbahar Ülkesi’nin kahramanları hayatın içinde ancak ona dokunmadan kıyısında dolaşıyorlar. Ölüm bir bilgi olarak her birinin zihnini meşgul ediyor ve onun beklenilmedik misafirliği karşısında teslim olma halinin arzu ve şaşkınlığı okunuyor öykülerde. Diğer yandan metin, ölümle yüzleşecek bir olgunluk hikâyesi önermek yerine, onun karşı konulmazlığını ve ortaya çıkış biçimlerini, her defasında şaşırtan ölçülü bir ritim duygusuyla mümkün kılan okuma serüveni vaat ediyor. Bradbury, hikâyelerde ölümün gücünü çoğaltan mekânları, gündelik hayatın aktığı sıradan yerlerin içinde kurguluyor. Suyun tekinsizliğini imleyen göl kenarları, uzun koridorlar, kullanılmayan mahzenler, üst katlar, mezarlıklar, lunaparklar ölümle baş başa kalmanın birer tecrübe mekânlarına evriliyorlar adeta.

 

Sonbahar Ülkesi, ölüm olgusuna farklı bir okuma yapmayı, kitabın son öyküsü olan “Dudley Stone’un Muhteşem Ölümü” adlı metin ile gerçekleştiriyor. Dudley Stone’un ‘başarı hikâyesi’ne dönüşen hayatının odağına ölüm metaforunu yerleştirerek, dostu John Oatis Kendall’ın garezini bir cinayet aletine dönüştürüyor. Görünmez olmayı, unutulmayı tercih ederek Stone, yaşamın içinde bir yerde ölmeyi deneyimliyor böylelikle.

 

Ray Bradbury, öykü formunun tadına varacağımız, bununla birlikte yaşlılık, geçicilik, değersizlik gibi korkularımızı özgürce yaşayabileceğimiz bir okuma pratiği vaat ediyor Sonbahar Ülkesi’nde.

 

 

Esra Ertan

 

 

 

Kuzgun Dedi ki: Ray Bradbury'yle ilgili şu linklere de bakmadan geçmeyin:

http://www.kuzgundediki.com/#!haziran---14-ray-bradbury/c1ecl

 

 

 

bottom of page